22 Kasım 2006

İNSANIN AKIL VE MÂNÂ BOYUTLARI

Değerli kardeşim,

Bir önceki makalemde sizlere insan varlığının beş boyutundan söz etmiştim.

Bunlardan Madde boyutu, Fizyolojik boyut ve Psikolojik boyut, hayvanlarda da bulunur. Diğer iki boyut, yalnız insana mahsustur. İnsani davranışların temelini oluşturması nedeniyle bu son iki boyut üzerinde biraz daha durmak istiyorum.

Dördüncü boyut olan "akıl" boyutunda, aklın devreye girmesiyle, insan kişilik kazanır. Çünkü akıl, bir düşünme, analiz ve sentez yapma, karar ve hüküm verme mekanizmasıdır. Onun için bu boyut insanın "kişilik" kazandığı, kendi serbest iradesiyle, kendi hüküm ve kararlarıyla hareket ettiği bir boyuttur. Ancak bu boyutta, henüz, ilahi terbiye gerçekleşmediği için, kişinin davranışlarına, nefsin heva ve arzuları hakimdir. Yani kişi karar ve hükümlerini verirken, tamamen kişisel iradesini, kendi heves ve arzularını esas alır.

Onun için bu boyutta, kişinin isteklerine uygun düşen "iyi", bu isteklere ters düşen "kötü"dür. Bu sebeple kişi, çifte standart sahibi olmaktan kurtulamaz. Çünkü aynı durum, belli bir zamanda, kendi kişisel çıkarlarına uygun düştüğü için "iyi" olduğu halde, bir başka zamanda, bu kişisel çıkarlara ters düştüğü için "kötü" olur.

Bu boyutun bir başka özelliği, mal, mevki, para düşkünlüğüdür. Bu boyutta kişi, davranışlarının temel yönlendiricisi olarak nefsinin heves ve arzularını esas aldığından, nefsin bu isteklerini gidermeye yönelik her şey, çok büyük bir önem kazanır. Nefsinin arzularını doyuran her şeye karşı, kalbinde, çok büyük bir sevgi hasıl olur. Mal, mevki ve para gibi şeylere olan bu aşırı sevgi ve düşkünlük, sahibinin gözünde bunları ilahlaştırır. Diğer insanlara karşı, onu, acımasız ve merhametsiz bir hale getirir.

Bu boyutttaki insanın sıkıntıları ve telaşı hiç bitmez. Çünkü nefsinin isteklerine uyan dördüncü boyuttaki insan, ömrünün her anını, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen bu arzularını doyurmaya çalışarak geçirir. Halbuki insanın ihtiyaçları sonsuzdur. Bu ihtiyaçların insan nefsinde oluşturduğu arzu ve hevesler de sonsuzdur. Onun için her canının istediğini yapmaya çalışan bir insanın sıkıntıları hiç biter mi?

Bu boyuttaki en önemli bir özellik de kibirdir. Kibir, kendisini başkalarından üstün görmek, demektir. Bu, gerçekte, nefis odaklı olmanın tabii bir sonucudur. Çünkü nefis, gerçekleri, kendi heves ve arzularına göre değişdirir. Ve kendisini, her şeyden ve herkesten üstün görür. Bu heves ve arzuların insana yaptıramayacağı şey yoktur.

Bu boyuttaki insan gerçek anlamda bir "sevgi"yi de bilmez. Çünkü onun sevgisi yalnız kendi nefsine ve onun heves ve arzularınadır. Onun için kendine hoş gelen, kendi arzularını tatmin eden herkesi ve herşeyi sever. Ama kendisine biraz sıkıntı veren bir şey olsa, hemen ondan uzaklaşır. Herhangi bir isteğini yerine getireni sever, isteğini yapmayandan nefret eder.

Onun için insanların çoğu, isteklerini yerine getirdiğiniz sürece gayet iyidirler. İnsanın iyisi ve kötüsü, herhangi bir isteğine karşı koyduğunuz zaman anlaşılır.

Kısaca dördüncü boyuttaki insan kişilik sahibi, fakat bencil, cimri, gaddar, sıkıntılı, sevgisiz bir insandır. Her ne kadar toplumda yerleşik değer yargılarından aldığı davranış kalıplarıyla iyi bir insan gibi görünmeye çalışsa da, bu görüntülerin altında daima bir bencillik (egoizm) vardır. Davranışları, daima bir sahtelik ve yapmacıklık kokar.

Kişi, kendi Yaratan'ına inanıp O'nun iradesine teslim ve tabi olmayı kabul ettiği an herşey değişmeye başlar. Bu an, insanın, olgunluğa ilk adımını attığı andır. Beşinci boyut, burada başlar.

Sevgili Kardeşim,

Beşinci boyut olan "mânâ" boyutu aslında, kurallarını Allahü tealanın koyduğu, bir ilahi eğitim sürecidir. Bu, sürece din denir. Din, Allahü tealanın bir rahmet ve lütfudur. Yazık ki bu rahmet ve lütuftan, yalnız, Allah'a ve ahiret gününe inananlar yararlanır. Bu rahmet, yalnızca, kendi gönül rızası ile Allah'a tabi ve teslim olanlar içindir. Çoğu insan, nefislerinin heves ve arzularına o kadar kendilerini kaptırmışlardır ki, Yaratan'ın bu lütuf ve ihsanının farkında bile olmazlar.

İnsanların bu rahmet ve ihsandan mahrum kalmalarının en önemli sebebi, kuşkusuz, kibirdir. Kibir, her türlü hayrın önündeki en önemli engeldir. En kötü kibir ise, insanın Yaratan'ına karşı kibirlenmesidir. Birkaç dakika oksijensiz kalsa yok olup gidecek olan aciz bir yaratığın, kendini yaratan, ayakta tutan, her türlü ihtiyaçlarını karşılayan Yaratan'ına karşı kibirlenmesi ne akılsızca bir şeydir!...

İşte, insan, kibrinden ve kendi iradesinden vazgeçip, Allah'a inanarak, kendi rızasıyla O'nun iradesine tabi olmaya başlayacak olursa, manevi bir yükseliş ve olgunlaşma sürecine girer.

Bu yükseliş ve olgunlaşma sürecinin yöntemi, Yaratan'ını her an hatırında tutmak, riyazet ve mücahade yapmaktır. Riyazet, nefsin istediği şeyleri (yasaklanan şeyleri) yapmamak, mücahede, nefsin istemediği şeyleri (ibadet ve taatlari) yapmak demektir.

Riyazet ve mücahede yaparak bu yükseliş tamamlandıkça insanın letafeti, zerafeti, olgunluğu artar. Gerçek mânâda insan olmaya başlar. Yavaş yavaş kalbindeki nefsin bitip tükenmek bilmeyen istekleri azalır. Kişi, zamanla egosundan, bencilliğinden kurtulur. Kalbindeki mal, mevki, para gibi dünyalıklara karşı olan bağlılık ve sevgi yok olur. Kalbdeki bu sahte ilahların yerini, gerçek bir ilah olan lütuf ve ihsan sahibi Allahü tealanın sevgisi alır.

Kişi, Rabbine olan inancında ne kadar samimi olursa, O'nun buyruklarını yerine getirmede ne kadar istekli olursa, bu süreç de o kadar çabuk tamamlanır.

Kalbde diğer sevgi ve bağlılıklar yok olup oraya Allahü teâlâ'nın sevgisi yerleşince artık herşey değişir. Ben bu durumu, tıpkı, yerşeyi yiyip bitiren obur bir tırtılın başkalaşıp çiçekten çiçeğe rayiha taşıyan zarif bir kelebek haline gelmesine benzetiyorum. Bu süreç tamamlandıktan sonra, kibrin yerini tevazu, sertliğin yerini yumuşaklık, merhametsizliğin yerini acıma, edepsizliğin yerini utanma, zulmün yerini ihsan, nefretin verini sevgi alır. Beşinci boyuttaki bu sevgi, dördüncü boyuttaki sevgi gibi değildir. Gerçek bir sevgidir. Dünya menfeati için gösterilip sonra o menfeat bitince kayboluveren sevgiler gibi değildir.

Sevgili Kardeşim,

Bu sürecin sonunda ulaşılan en önemli sonuç, iman-ı kâmil ve ona bağlı olan kalb huzurudur. Tevekküldür. İnsanın Rabbini bilmesidir. Bir insan için bilgilerin en değerlisi, Marifetullahtır. Marifetullah, kişinin Rabbini bilmesi demektir. İnsan bunun için yaratılmıştır. Sosyalist mantalitenin sandığı gibi din bir afyon değildir. Din insanın Rabbinin terbiyesinden geçerek "gerçek bir insan" olması demektir. Eğer insan bu terbiyeden geçmeyecek olursa, akıllı bir varlık olmasına rağmen, aklını hep kötülükte kullanan, bencil, pinti, tutarsız, edepsiz, acımasız, hak hukuk bilmeyen, zalim, gaddar bir varlık olup çıkar. Hatta bazen o kadar gaddarlaşır ki hayvanlar bile onun yaptığını yapmaz. Dinden mahrum bırakılan toplumlarda, kötülüklerin önü alınamaz. Toplum, birbirini ezmeye çalışan insanlarla dolar taşar. Onun için din bir afyon değil, insanın mükemmmeliyet iksiridir. Dini samimiyetle yaşayan toplumlarda hep huzur ve mutluluk vardır. Dinden uzaklaştırılan, ya da dini samimiyetle yaşamayan toplumlarda, karmaşa ve huzursuzluklar kol gezer.

Din sayesinde insan, kendini tanır, Rabbini tanır. Kalb huzuru, moral ve güzel ahlak sahibi, aziz bir varlık olur.

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş

Hiç yorum yok: