22 Kasım 2006

İSLÂMI ANLAMAK

Değerli Kardeşim,

İnsanı anlatmaya çalıştığım önceki makalelerimde, sizlere, insanın varlık boyutlarından söz etmiş, ve sonra da akıl boyutu ile mânâ (ilâhi terbiye) boyutlarının farkını açıklamaya çalışmıştım.

İnsan, ilk boyutta, madde aleminin fiziksel ve kimyasal niteliklerini kendinde toplar. İkinci boyutta bitkiler aleminin fizyolojik niteliklerini kendinde toplar. Üçüncü boyutta hayvanlar aleminin duygusal ve psikolojik niteliklerini kendinde toplar. Dördüncü boyutta da düşünebilme, karar ve hüküm verme nitelikleri ile de diğer yaratıklardan ayrı insani bir nitelik ve kişilik kazanarak sosyal bir varlık haline gelir.

Kuşkusuz insan bu seviyeye gelinceye kadar, kendisine, harikulade nimetler sağlanmıştır. Sadece bir fizyolojik boyutu tasavvur etmeye çalışın. Onbinlerce kimyasalın görev yaptığı bu mekanizma içinde yalnızca bir tek enzimin, ya da bir tek hormonun görev yapmaması bile insanı ne sıkıntılı durumlara düşürür. Bir guatr hastasının ya da bir şeker hastasının durumunu düşünün. Bağışıklık sistemi görev yapmadığı için helak olan bir aids hastasının durumu düşünün.

Psikolojik boyutumuzdaki nimetleri hatırlamaya çalışalım. En küçük bir dikkat zayıflaması, en küçük bir bellek zayıflığı bile insanı ne sıkıntılı durumlara düşürür. Eski bir arkadaşımızla karşılaştığımız zaman adını hatırlayamadığımızda nasıl ezilip büzülürüz. Biraz iştahımız azalsa, yediklerimizden zevk almaz duruma gelsek, bedenimiz tehlikeye girer. Biraz cinsel heyecanlarımız azalsa neslimiz tehlikeye girer. Bir bilinç kaybına uğrasak, dünyadan haberimiz olmaz. Biraz zeka geriliğine düçar olsak, herkes bize aptal muamelesi yapar.

Bir de akıl nimetinin yok olduğunu düşünün. Düşünemediğimiz, karar ve hüküm sahibi olmadığımız için bizi kimse adam yerine koymaz. Kendimizi idare edemeyiz. Mallarımızı idare edemeyiz. İçinde yaşadığımız toplumla ilişkilerimiz alt üst olur. Bir sözleşme imzalayamayız. Oy kullanamayız. Herhangi birisine bir haber götürsek, verdiğimiz habere bile kimse inanmaz. Bu, ne kötü bir durumdur.

İşte insan, varlığının bu ilk dört boyutunda, kendi Yaratan'ının, rahmet ve merhamet sahibi yüce Allah'ın hadsiz hesapsız ninetlerine mazhar olmuştur. Fakat yazık ki pek çoğumuz, kendimizi dünya heveslerine kaptırmış gidiyoruz. Bu nimetlerin hiç birisinin farkında bile değiliz. Ne zaman ki bu nimetlerden birisi eksilir de, hastane hastane dolaşmaya başlarsak, ancak o zaman bu nimetlerin farkına varırız.

Değerli Kardeşim,

İnsanın yaratıcısı ve onun en büyük dostu olan Ulu Yaratan, akıl boyutuna kadar insanı böylece hadsiz hesapsız nimetlerle donatmıştır. Bu noktadan sonra da, onu olgunlukların doruklarına taşıyarak, onu çok daha üstün ve şerefli kılmak, ona olan bu iyilik ve ihsanlarını tamamlamak istemektedir.

Ancak bu aşamadan sonra gerçekleşecek olan bu ihsanlar, kişinin kendi iradesine bağlı kılınmıştır. Yani bunun için insanın kendi bencilliğinden, kendi kibrinden, kendi kişiliğinden vazgeçmesi ve tamamen Yaratan'ın iradesine teslim ve tabi olması gerekmektedir. İşte bu teslimiyete, kısaca, "İslam" denir.

Geçen makalelerimde size insanı anlatmaya çalışmıştım. Bu makalemde de size, Islamı anlatmaya çalışacağım.

Değerli Kardeşim,

İslam, Arapça kökenli bir kelime olup, "kendisini başkasının eline bırakmak, teslim olmak" demektir. Terim olarak anlamı, evrendeki her nesneyi ve her olayı yaratan, yarattıklarının her ihtiyacını karşılayan, onlara gerekli kuvvet ve enerjiyi veren, onları ayakta tutan, onları dilediği yöne yönlendiren, dilediğini alçaltan, dilediğini yükselten, dilediğini dilediği zaman var veya yok eden, eşi, benzeri, ortağı, yardımcısı olmayan, mülkün gerçek sahibi Ulu Yaratan’a teslim olmak, O'nun iradesine bağlanmak demektir. Kendi nefsinin isteklerine göre değil, Allah'ın irade, buyruk, hüküm ve isteklerine göre yaşamak demektir. Kısacası, kendi canının istediği gibi değil, Allah’ın istediği gibi yaşamaktır İslam.

Bunun da temel öğesi "iman"dır. İnsanın inanmadan, varlığını kabul etmeden, kabul etmediği bir iradeye uyması söz konusu olabilir mi? Onun için din bilginleri, imanı, dinin temeli kabul etmişlerdir.

Değerli Kardeşim,

Dinler, ilahi terbiyenin tecelli sistemleridir. İlahi rahmet, dinler sayesinde, insanın şahsında gözle görülür güzel davranış biçimlerine dönüşür. Dinler sayesinde insan, bencil ve kötü insani kişiliğinden sıyrılarak temiz ve olgun ilahi bir kilişik kazanır.

Ulu Yaratan, kendisi için "Allah" adını uygun görmüştür. Bu güzel ve şerefli ad, O'nun bütün güzel sıfatlarını kendinde toplamaktadır. Onun için bu güçsüz, bu güzel ismi kullanmayı tercih ediyorum.

Allah indinde tek bir din vardır. O da İslamdır. Islam, Allahü tealanın Rab (terbiye edici) güzel adının insan üzerindeki tecellisidir. Allahü teala, insanı varlık olgunluğunun doruklarına taşıyacak olan kendi "terbiye sistemi"nin adını İslam koymuştur. İslam, bir doktrindir. Adem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar uzanan bir peygamberler zincirinin bizlere tebliğ ettikleri, bir eğitim ve öğreti sisteminin adıdır.

İslam, bir nefis terbiyesi sistemidir. İslam, insanın, kendi nefsinin isteklerine göre değil, Ulu Yaratan'ın isteklerine göre yaşaması demektir. Daha başka bir anlatımla, İslam, insanın, Yaratıcısı ve Terbiye edicisi Allahü tealanın varlığını kabul ederek O'nun hükümlerine boyun eğmesi, Allah'ın isteklerini kendi isteklerinden üstün tutması, kendi isteklerini, Allah'ın istekleriyle sınırlandırması, Allah'ın bildirdiği sınırları aşmaması demektir.

İslam, evreni ve bütün alemleri yaratan, onları varlıkta tutan, Rahmet ve şefkatiyle yarattıklarının bütün ihtiyaçlarını karşılayan, eşi ve benzeri olmayan tek bir Yaratan'a inanarak O'nun hükmüne tabi olmak demektir. Bu şekilde, O'nun isteklerine teslim ve tabi olan kişilere de "Müsliman" denir. Arapça bir kelime olan Müsliman, "teslim olan, teslim olmuş" anlamına gelmektedir.

Adem aleyhisselamdan bu yana, bütün peygamber efendilerimizin bizlere bildirdikleri din İslamdır. Birçoklarının sandığı gibi, Allah elçilerinin her biri ayrı dinler getirmemişlerdir. Aksine hepsi tek bir din olan Islamı tebliğ etmişlerdir. Onların hepsi, müslüman idiler. Hepsi de insanlara bir olan, eşi, benzeri, ortağı olmayan Allah'ı tanıtmak, insanlara kendi nefislerine uymamalarını Allah'ın hükümlerine göre hareket etmelerini bildirmek, onlara doğru yolu göstermek için gönderildiler. Hepsi de haksız yere adam öldürmemeyi, insanların canlarına ve mallarına zarar vermemeyi, zina etmemeyi emrettiler. Hepside yalan söylememeyi, kindarlık yapmamayı, birbirini sevmeyi öğütlediler. Bugün ister dindar olsun, ister ateist olsun, insanların sahip olduğu bütün güzel değer hükümleri bu Allah elçileri vasıtasıyla bizlere ulaşmıştır.

Ancak şu var ki, her bir peygamber, kendi döneminin şartlarına göre değişen bazı hükümler getirmişlerdir. Son peygamber Muhammed aleyhisselam ise, hem önceki zamanlarda ortaya çıkan gerçek dışı yorumları düzeltmek, ve hem de bütün zamanlar boyunca geçerliğini koruyacak ve ebediyete kadar insanları olgunluğa eriştirecek hükümleri bildirmiştir.

Onun için insan, dinin aslına uymak şartıyla, hangi peygambere tabi olursa olsun doğruyu bulur. Ancak bir önceki şeriate tabi olanın bir sonraki şeriatın ortadan kaldırdığı hükümleri dikkate alması gerekir. Son resul Muhammed aleyhisselama tabi olmak ise, tam bir olgunluktur. Hedefe varmak için, en son model arabayı tercih etmek gibidir. Dinin aslına ve hakikatına uymayanlar ise, hangi şeriatte olurlarsa olsunlar sapıtmışlardır.

Değerli Kardeşim,

Sözü fazla uzattık. İnşaallah bundan sonraki mesajlarımda da sizlere İslamı anlatmaya çalışacağım. İslam, aziz bir varlık olan insanın ebedi mutuluk yoludur. Bu yola giren, dünyasını da ahiretini de ihya etmiş olur. Kibirlenip nefsine uyarak sapıtan da kendi zararına sapıtmıştır.

Allaha emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş

Hiç yorum yok: